ÇİLEKLİ DONDURMA’MI BEKLERKEN – RİSKLİ GEBELİK
İlk 3 Ay
Hamile kaldığımı öğrendiğim an, heyecandan ve mutluluktan ne yapacağımı şaşırmış halde, hemen annemi aradım. İkimizde, telefonda mutluluktan ağlıyorduk ama sesindeki endişeyi hissetmemem mümkün değildi. Yine acı çekmemden korkuyordu. “ Korkma Anne BHCG bu sefer çok yüksek başladı, bu iyi bir şey” dedim. Doktorum bu değerin çok güçlü bir değer olduğunu, hatta ikiz gebelik bile olabileceğini söylemişti. Belki de, bunca çaba ve acının sonunda, kollarımda iki mucize olacaktı…
O gece, uykumdan titreyerek uyandım. Dişlerim birbirine çarpıyordu. Banyoya koştum ve gördüğüm manzaraya inanamadım. Kanamam başlamıştı. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Yıllardır tüm yaşadıklarım gözümün önünden film şeridi gibi geçti. Neler oluyordu böyle, bu kanama da neyin nesiydi şimdi?
Hemen doktoru aradık ve bebeğimi kaybetme endişesiyle hastaneye koştuk. Acil doktoru baktı ama bu haftalarda bir şey anlaşılamayacağını, ancak hamilelik hormonunun yükselişini takip ederek düşük yapıp yapmadığımı anlayabileceğini söyledi. Çok korkuyordum. Yine aynı şeyleri mi yaşayacaktım? Bunu bir daha kaldıracak gücüm kalmış mıydı?
Ertesi gün kendi doktorumu aradım. Önceki tüp bebek denemelerinde de aynı şeyleri yaşadığımı söyledim. Sebebini sordum. Hala net bir yanıt alamıyordum. Şayet sebep, vücudumun bebeği reddetmesi ise, tıbben çaresiz kalıyorlardı. Bebeğimi bu sebepten dolayı kaybedersem, çocuk sahibi olma olasılığım yok denecek kadar azdı.
Bu gerçekle yaşayabilecek gücü, nefes terapileri ve akupunktur tedavisi sonrası bulabilmiştim. Ancak kendimi hamile olduğum gerçeğine bu kadar kaptırmışken, başa dönmek beni alt üst etmişti. Bu defa her şeyin farklı olacağına dair inancım o kadar güçlüydü ki, adeta bir gökdelenden yere çakılmıştım. Gözlerimdeki yaşlara hâkim olamıyordum.
Belirsizlik ve yaşadığım korku, tüm hayat sevincimi bir anda silip süpürdü. Cümleler boğazımda düğümleniyor, hislerimi dile getirecek kelimeleri bulamıyordum.
Son çare olarak, kanamamın durması için, haftada bir yapılan güçlü bir progesteron iğnesi kullanmaya başladım. Çünkü hali hazır da kullandığım hormon jelleri yetmiyordu.
Kanamamın durmasıyla, bebeğimin benimle kalacağına olan inancım tekrar su yüzüne çıktı. Hala endişe duyuyor olmama rağmen, ilk şoku atlattıktan sonra tekrar o güçlü Merve oldum. Yine de kendimi çok kaptırmamaya çalıştım. Ne de olsa, bebeğimi kucağıma alacağım güne kadar, sevinmek benim için çok erkendi.
Kese kontrolü için ultrason masasında uzandığımda, aklıma hayal kırıklıklarım geldi. Kaç defa bu masaya bin bir umutla uzanmış ve her seferinde büyük hayal kırıklığı içinde evime dönmüştüm? Gözlerimi sımsıkı yumdum, ekrana bakamıyordum. Birkaç dakika süren ancak bana birkaç gün gibi gelen incelemenin sonunda doktor; “işte meleğim, bak burada yolk kesesi, tek kese var” dedi ve ben o anda mutluluktan gözyaşlarına boğuldum. Gerçekten içeride olduğuna inanamıyordum, gözlerimi kırpıştırıp tekrar baktım ekrana. Gülmekten, ağlamaktan ve çığlık atmaktan konuşamıyordum. Hemen eşimi içeriye çağırdılar, yıllardır o minik meleği içimde görmek için dualar ediyorduk ve o an bizim için çok değerliydi! Bu mutluluğu paylaşmadan duramazdık. Eşim telefonu eline aldı ve o minicik kara noktanın, yıllardır beslediğimiz umudun, her şeyimizin, ilk fotoğrafını çekti.
Doktorum bu kanamaların bazen düşük tehlikesinden kaynaklanıyor olabileceği gibi, bazen de tüp bebekte daha sık rastlanan ve ilk 3 ay sonunda biten sebepsiz kanamalar olabileceğini söyledi. Düşük tehdidimin olması ihtimali beni yeniden kaygılı bir dönemin bekliyor olduğunun habercisiydi. Ama ben, sorunsuz bir gebelik geçiremiyor olduğuma üzülsem de, ilk defa rahmimde bir bebek taşıdığım gerçeğinden dolayı gelecekle ilgili inanılmaz umutluydum.
Hamile olduğumu öğrendiğim andan itibaren, iyice yavaş hareket etmeye başladım. Arabayla İstanbul yollarında gezmek bizim için büyük bir eziyetti, her kasiste koltukta geriye doğru yatıyor, eşime biraz daha yavaş kullanmasını rica ediyordum. Yollardaki delikler, engebeler sinirlenmeme sebep oluyor, sürekli söyleniyordum.
Progesteron iğnesi kullanıyor olmama rağmen, ertesi hafta tekrardan kanamam geldiğinde, koşa koşa hastaneye gittik. Bebeğimin benimle kalması için yol boyunca karnımı okşayıp, onunla konuştum. Eşimin benden daha tedirgin olduğunu fark ettiğimde onu telkin etmeye çalıştım. “Bu çok güçlü bir bebek, bizimle kalacak hissediyorum” dedim. Aldığım nefes terapileri ve yaptığım kişisel meditasyonlar sayesinde, içinde bulunduğum durumu soğukkanlılıkla karşılayabiliyordum.
Muayene sonunda, doktor kanamanın kesenin dışında bir yerlerde olduğunu fakat yine de yatmam ve bundan sonra progesteron iğnesinin haftada iki kere uygulanması gerektiğini söyledi. Jellere de aynı şekilde devam edecektim. Kalp atışını duymamız için dopplerin sesini açtığında, duyduğum mucizevi gümbürtü karşısında mutluluktan gözyaşlarımın akmasına engel olamadım. İçimde benden başka bir canlının kalp atışlarını duymak gerçek bir mucizeydi. Onlarca kez başkalarından dinlediğim bu hikâyenin başkahramanı artık bendim. İlk defa, gerçekten bir bedende iki kalptim.
Tüp bebek sonucunu beklerken kıpırdamadan yatmak kolaydı fakat şimdi ne kadar süre yatmam gerektiğini bilmiyordum. İkinci ayın sonuna geldiğimizde göbeğimde morluk ve sert bezelerden iğne yapacak yer kalmamıştı. Kan sulandırıcı ilaç can yakıyor, çoğu zaman acıdan gözlerimden yaşlar akarak, üçe kadar sayıp, derin bir nefes alıp batırıyordum iğneyi. Bazı günler ise iğne bir türlü etime girmek bilmiyor, canım daha çok yanıyordu.
Her hafta gelen kanamalar moralimi bozmasına rağmen, sonunda bebeğime kavuşacak olmamın umuduyla tüm bunlara göğüs germeyi başarıyordum. Bir gün kendimi çok mutlu hissederken, diğer gün kanama geldiğinde ciddi korkular yaşıyordum. Bu iniş çıkışlar da artık beni yormaya başlamıştı. Sonunda kucağıma alacağımı kesin olarak bilsem, tüm bunlara katlanmamın daha kolay olacağını düşünüyordum. Ama ya son anda bu bebeği kaybedersem? Bunca zaman kıpırdamadan yatmış, sosyal çevremden tamamen kopmuş halde, bir de bebeğimi sağlıklı bir şekilde kucağıma alamazsam psikolojimi nasıl tamir edebilirim diye düşünüyordum. Çoğu zaman tuvalete gitmek için kalktığımda bile kanamam geliyordu ve her kanamadan sonra hastaneye gitmek zorundaydık. Bebeğimin o sırada kalbinin durmuş olma ihtimali de vardı ve bu haftalarda henüz bebek hareketlerini hissedemediğimden bu beni çok korkutuyordu.
Gebeliğimin artık yüksek riskli gebelik sınıfına girdiği aşikârdı, bu yüzden hemen bir iyi bir Perinatolog arayışına girdik. Nişantaşı’nda çok ünlü bir doktora kontrole gitmeye başladım. Doktorum işinde en iyilerdendi, ona çok güveniyordum. Çoğu zaman bu kanamaların gebeliğin ilk ilk üç aynın sonunda bittiğini ve ondan sonra hormon jellerini ve iğnelerini kesebileceğimizi söyledi.
Her sene Heybeli Ada’daki yazlığımıza giden ben, bu sene yatağa çivilenmiştim. Birileri ziyarete gelsin de iki çift laf edeyim diye tümgün telefona bakıyordum. Saatler haftalar gibi geliyordu. Bir süre sonra vefalı birkaç dostumun dışında bütün arkadaşlarım ziyaretleri kesti. Bazıları ise zaten hiç gelmedi. Mide bulantıları, baş dönmeleri gibi sıkıntılar bir yana, hem hormonların hem de kıpırdamadan yatmanın vermiş olduğu sıkıntıyla buhranlar geçiriyordum.
İlk 3 ay sadece üç kere duş alabildim. Temmuzun sıcağının ortasında duş aldığımda tir tir titriyor, ardından kanama geçiriyordum. Hele ki saçlarımı taramam mümkün bile değildi, kollarımı yukarı kaldırıp kendimi azıcık zorlasam yeni bir kanamayla karşılaşıyordum. Ayaklarımı kıpırdatmaya korkar olmuştum, günler saymakla geçmiyordu. Hayatları boyunca böyle yaşamak zorunda olanları düşünüp yattığım yerde onlar için dua ettim. Doktorlarımdan biri yatak istirahatini öneriyordu, diğeri ise bunun benim hayatım açısından risk taşıdığını, hareketsiz kalmamın bendeki emboli riskini daha fazla artırdığını söylüyordu. Yine de bu seçimi bana bırakıyordu. Yıllardır sahip olmayı hayal ettiğim bu minik canlının bu kadar kolay beni terk etmesine izin veremezdim. Gitmesi gerekiyorsa, ben yatıyor olsam da gidecekti ama eğer yatmazsam ve bu bebeği o zaman kaybedersem kendimi suçlu hissedecektim.
Çoğu zaman etrafımdan benzer hikâyeler duyuyor, kiminin yattığını, kimininse kafaya hiç takmadığını ve sonunda bebeğini kucağına aldığını söylüyorlardı. Bunca yıl beklediğim bu bebeği, hiçe sayarak kalkmamın mümkün olacağını nasıl düşünüyorlardı? Yıllarca hayalini kurduğum, içimde filizlenen bu canın benden gitmesine sebep olacak herhangi bir hareket yapmak istemiyordum. Ben kendi hayatımı kurtarmak adına evladımdan bir kere vazgeçmiştim. Canım pahasına da olsa bu sefer yavrum için sonuna kadar savaşacaktım.
2. Üç AY
Dördüncü ayın sonunda, kanamalarım durdu. Yavaş yavaş ev içinde ufak adımlarla yürüyüşe çıkmaya başladım, yine de hızlı hareket etmekten çok korkuyordum. Fakat bu dönem fazla uzun sürmedi…
Bir gece bacaklarımın arasında bir sıcaklık hissiyle aniden uyandım. Yatak çarşafları, pijamalarım, her yer kan içindeydi ve bu kanama diğerlerinden çok farklıydı. Hemen annemi uyandırdım ve acil hastaneye gittik. Daha önce gelen ufak kanamalara alışkındım ama bu kanamanın şiddetti beni çok korkuttu. Titreye titreye muayene masasına oturdum, acil doktorunun ağzının içine bakıp beklemeye başladım. O bekleyiş bir asırdı sanki… Uzun bir incelemenin sonunda, acil doktoru Plasentamın aşağıya yerleşmiş olduğunu, yatak istirahatinin gerektiğini söylediğinde sevinçten deliye döndüm. Çocuklar gibi doktora, eşime, kendime hamilelik sonuna kadar kıpırdamadan yatacağıma dair sözler verdim. Tekrar yatağa çivilenecek olmak her ne kadar canımı sıkmış olsa da, bebeğimin sağlıklı olduğunu duymak binlerce kez şükretmeme sebep oldu.
Günler geçtikçe sinirlerim yıpranmaya başladı, yattığım yerde beni oyalayacak ve motive edecek yeni şeyler bulmakta zorlanıyordum. Tüm gün TV izleyip kitap okumak artık içimi açmıyordu. Ailem bu ruh halimin karnımdaki bebeğe zarar vereceğini söylese de bir türlü kendime hâkim olamıyordum. Bir anda beynime kan sıçramaya, insanların arkasından elime geçen şeyleri fırlatmaya, huysuz bir yatalak gibi davranmaya başladım. Bir gün böyle hissederken, diğer gün isyan ettiğim için kendime kızıyor, içinde bulunduğum duruma şükrediyordum.
Bebeğimin karnımdaki hareketlerini hissetmeye başlamak tarifi mümkün olmayan bir hazdı. İlk başta oltaya takılan bir balık gibi “pıt pıt” vuruşlarla başlayan hareketler, günler geçtikçe yerini tatlı tekmelere bıraktı. O anlarda gözlerim dola dola karnımı okşuyor ama bir türlü bebeğimi sağlıkla kucağıma alacağıma yürekten inanamıyordum. Bu yüzden aramızda bir bağlılık oluşmasını önlemek için, zaman zaman onunla konuşmayı kesiyor, daha sonra bu yaptığımdan pişman olup özürler diliyordum.
Son 3 ay
28. hafta kontrolünde Plasentam olması gereken yere geldi. Her hafta gelen ufak kanamalar devam etse de, gebeliğimin son 3 aylık periyodunda haftada bir kez 2 saatliğine dışarı çıkmak için kendime izin vermeye başladım. Nasıl olsa artık doğsa da bebeğimin yaşayabileceğini düşünüyordum. Yakın bir restorana gidip, akşam yemeği yiyip eve dönmek benim için büyük bir lükstü. Fakat yatar vaziyette yaşamak zorunda olmaya o kadar alışmıştım ki, dışarıya çıktığım zaman kendimi hırçın ve tedirgin hissetmeye başladım. Sanki bu yüzden bebeğimin başına bir şey gelecekti ve ben kendimi çok suçlayacaktım.
Her yaptığımız program sonunda eve gelirken eşimle, İstanbul’un bozuk yolları yüzünden kavga etmeye başladık. Ben de zaten bu kadar ağır hareket etmek zorunda olduğum için, yaptığım hiçbir programdan keyif almıyordum. Tekrardan her hafta gelmeye başlayan kanamalar da yine beni tedirgin etmeye başladı. Plasentam artık olması gerektiği yerdeydi ve doktor kanamamın sebebini bilemediğini, durumumun hamilelik hakkında tıbbın hala çözemediği şeylerden biri olabileceğini söyledi.
Son aylarda artık bacaklarımda beze ve morluklardan iğne yapacak yer kalmadı. Doktorum tekrar karnıma iğne yapmaya dönebileceğimi söylese de, bebeğime zarar vermekten korkuyordum. Bu yüzden iğneleri bacağıma yapmaya devam ettim. Hematoloğum, iğne yaptıktan hemen sonra bacağıma buz koyarsam morlukları önleyebileceğimi söyledi. Bu yöntem gerçekten çok işe yaradı. Bezeleri de alkol ya da kolonyalı pamukla ovmamı önerdi, annem o günden sonra her akşam kolonyayla bacaklarıma masaj yaptı. Ama her gün bir yenisi eklenen bezelerden ve verdikleri acıdan tamamen kurtulmam mümkün değildi.
Haftalar ilerledikçe bebeğimin ultrasonda hareketlerini izlemek bana inanılmaz heyecan vermeye, gerçek bir insan görüntüsü oluşmaya başladıkça ona bağlanmaya başladım. Yatarak hamilelik geçirdiğim için sürekli hareketlerini kontrol ediyordum. Son haftalarda zaman zaman hareketlerin azaldığını hissetmeye başladım. Doktorum, kan pıhtılaşmam olduğundan, hareketlerin azaldığını hissettiğim an hastaneye gelmem gerektiğini söylemişti. Bu sebepten defalarca NST ye girmek zorunda kaldım.
Doğuma 2 ay kala zaman zaman suyumun azar azar gelmeye başladı. Akıntıyla, amniyo sıvısı sızıntısının bazen hamileler tarafından karıştırıldığını, mutlaka doktor tarafından kontrol edilmesi gerektiğini öğrendim. Kanamalar ve hareketlerin azalması dışında, bir de bu sızıntı yüzünden sürekli hastaneye gitmeye başladım. Doktorum bu sızıntının amniyo sızıntısı olup olmadığını ancak hastanede birkaç gün yatarak tespit edilebileceğini söyledi. Ama böyle bir durum olduğunu zannetmediğini belirtince, beraberce, hastanede kalmamın gereksiz olduğuna karar verdik. Son muayeneden birkaç gün sonra, sızıntı olayını tekrar kafama takmaya başladım. Eğer gerçekten enfeksiyonun plasentaya zarar vermesinden ötürü amniyo sıvısı sızıyorsa, bu bebeğin gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecek bir riskti. Ya Klamidya tekrar aktif olduysa ve bebeğimin gözleri bu yüzden görmezse diye endişe ediyordum. Hamileliğimin son 3 aylık periyodunda bu problemlerden dolayı neredeyse 2 günde bir ultrasona ve NST ‘ye girdim. Çok şükür, her seferinde eve rahatlamış olarak geri döndük.
Son haftalarda doktorumla doğumun nasıl olacağı hakkında konuşmaya başladık. Ben kesinlikle epidural ile normal doğum yapmak istiyordum fakat Hematoloğum ailemizdeki geçmiş emboli vakalarından ve genetik mutasyonlarımdan ötürü, epidurali önermiyordu. Epiduralde akşama kadar ayaklarımın açılmaması riski vardı ki bu kan dolaşımım açısından çok riskliydi. Bu duruma fazlasıyla içerledim. Herkesin bebeğimi benden önce görecek olması büyük haksızlıktı. Kesinlikle genel anestezi ile sezaryen doğum yapmak zorundaydım. Hematoloğum ameliyat ekibine hitaben, kan sulandırıcı iğnemi doğumdan 6 saat sonra yapılmasını, kanama şiddetliyse birkaç saat daha beklenmesini öneren bir rapor hazırladı.
Doğum yapacağım günün gecesi heyecandan gözüme uyku girmedi. Yıllardır beklediğim yavrum neye benziyordu? Hareketlerini hissettikçe kavuşma heyecanım daha da artıyordu. Bu mucizevi bir şeydi, şimdi karnımdaydı ama 5-6 saat sonra dışarıda, kollarımda olacaktı. Bebeğimin gelişine hazırlıklı olmak ve gücümü toplamak için, zorla da olsa, dualar ederek, uyumaya çalıştım.
Sabah, hastane çantamızı alıp kapıdan çıkarken, dönüp evimize baktım. Yıllardır bu evde hep bir çocuğun adım attığını, oyuncaklarla oynadığını, bize gülümsediğini düşlemiştik. Oysa bu evde hep içi kan ağlayan ama birbirine güçlü gözükmeye çalışan bir kadın ve erkek olarak dönmüştük. O sabah, kapıdan son kez iki kişi olarak çıkıyorduk. Döndüğümüzde ise gerçek bir ile olacaktık.
Hastane odasında beklerken, heyecandan elim ayağım uyuşuyordu. Arkadaşlarım beni rahatlatmak için komik hikâyeler anlatıyor, ben ise onları dinliyormuş gibi yapıp her şeye gülüyordum. Beni doğumhaneye götürmek için geldiklerinde kalbim neredeyse yerinden fırlayacaktı. Yıllarca hayalini kurduğum an, adeta bitmek bilmeyen bir hamilelik sürecinin sonunda, gelip çatmıştı işte. Aileme ve arkadaşlarıma dönüp, sezaryenle doğum yapacağım için bebeğimin henüz bu dünyaya gelmeye hazır olmadığını hissettiğimi ve onu oradan yavaşça, korkutmadan çıkarmalarını rica edeceğimi söyledim.
Doğuma girerken gözlerim bebeklik arkadaşlarımı aradı. Hayatımın en önemli anını yaşarken, her şeye rağmen orada olacaklarını zannediyordum. Ne yazık ki, gelmediler… En yakın birkaç dostum ve ailemin dışında, onları orada göremeden doğumhaneye iniyor olmak yüreğimi burkuyordu. Bu seçimleri, bana, onların gözünde bebeğimin değersiz olduğunu hissettirdi. Oysa çok değerliydi benim miniğim… Karnıma sarıldım, ‘Sen bizim için çok değerlisin annem’ dedim yüksek sesle. Eşim yaşadığım hayal kırıklığının farkındaydı, ellerimi sımsıkı tuttu.. “Üzülme aşkım, bizi çok güzel bir gelecek bekliyor. Meleğimiz geliyor, hepsi boş, bir saat sonra kollarında olacak ve her şeyi unutacaksın” dedi.
Doğumhaneye girdiğimde narkoz verilmeden önce hastabakıcılardan birinin elini tuttum ve ona uyandığımda ilk göreceğim kişinin bebeğimin sağlığı hakkında bana bilgi vermesini rica ettim. Uyandığımda bana bilgi verecek birilerinin yanımda olacağına dair söz verdi ve ancak bu lafını duyduktan sonra narkozu almaya hazır olduğumu belirttim.
Gözlerimi açtığımda, karnımdaki şiddetli ağrıdan çok, bebeğimin sağlık durumu hakkında henüz bilgi alamamış olmak canımı sıkıyordu. “Pardon, biri bana bilgi verebilir mi?” diye acılar eşliğinde endişeli sorumu yönelttim. Yanıma gelen hemşire, doğumhaneden kendisine bilgi gelmediğini söyledi. Sabretmek dayanılır gibi değildi. Hemen yanıma bilen birini ya da eşimi yollamalarını rica ettim.
Eşim geldiğinde, ağlayarak, parmaklarını, ellerini, kollarını sordum yavrumun. Her şeyi tam mıydı? ‘Tam aşkım, çok güzel sağlıklı bir kızımız oldu’ diye defalarca tekrar etmesine rağmen gözümle görmeden inanmayacaktım.
Dayanılmaz sancım vardı fakat ben ağrımdan çok bir an evvel yukarı çıkıp bebeğimi kollarıma almanın hayalini kuruyordum. Yıllarca birçok arkadaşımın doğum ziyaretine gitmiş, onların kavuşma anlarını hep mutluluk duyarak gıptayla izlemiştim. Bu anı şimdi benim yaşayacak olmam içimin tarifi mümkün olmayan bir heyecanla ve mutlulukla dolmasına sebep oluyordu. Yukarı çıkışımı bir iki saniye geciktirecek endişesiyle ağrı kesici bile yapmalarını istemeye korkuyordum. Beni yukarı çıkarmak için almaya geldiklerinde kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Asansörden indikten sonra, odanın kapısına yığılmış halde beni bekleyen dostlarımın ve akrabalarımın arasından annemin yüzünü seçmem hiç de zor olmadı. Yüzündeki mutluluk ifadesi, artık bundan sonra kendi kızımın mutluluğu için yaşayacağım türdendi.
Ben odaya geldikten hemen sonra minik pamuğumu getirdiler kollarıma. Onun yüzünü gördüğüm an yıllardır beklediğim ve benim içimden çıkan bir canlıyı tutuyor olmanın verdiği heyecanla suratıma büyük bir şaşkınlık ifadesi yerleşti. Herkes bana “İşte Merve, sonunda kavuştun yavruna, nasıl hissediyorsun?” diye soruyordu. Nasıl mı hissediyordum? İnanamıyordum ki kollarımda tuttuğum bu pespembe, mucizevi miniğin gerçek olduğuna…
Aylar sonra, ben doğumhanede bebeğimi sorarken, Melina’nın neler yaşadığını öğrendim. Minik pamuğum doğduğunda, nefes alamamış ve ağlamamış. Kızımı, hayata tutunması için zorla ağlatmış ve nefes alması için minik boğazından içeri bir tüp sokmuşlar.
Oysa doğumdan hemen önce, aileme ve arkadaşlarıma, Melina’nın henüz hazır olmadığını ve korkacağını söylemiştim. Annelik güdüsünün ne kadar kuvvetli olduğunu o an çok iyi anladım.
Allah sizi ayırmasın ,dilerim yüzünden hiç bir zaman gülüş eksik olmasın .Tebrik ederim
Cok zor bir süreç..Ama bu sıkintıların son bulmuş olmasi ve sizin dunyalar tatlısı Melina ya kavusmuş olmanız en güzel teselli sanırım . :-). Rabbim dileyen herkese hayırlı evlatlar versin..Bir omür mutluluklar ailenizle…
Tam bir çilek tanesiydi !!! Allah sizi hiç ayırmasın mervem ❤️
Beni hatırlarmısınız bilmiyorum ama iki gün önce mailleşmiştik.bu akşam hamile olduğumu öğrendim.bunda sizinde bir uğurunuz olduğunu düşünüyorum.paylaşmak istedim.sevgiler
Melina’nın Mucize Kardeşi geliyor! )
bütün Yazıyı ağlaya ağlaya okudum. Yarın benimde transferim var Anladığım kadarıyla zor bir süreç benide bekliyor.
Merve hanim merhaba. 24+5 gunluk hamile ve rahim agzi yetersizligi yasayan biriyim. Proluton igne yaptiriyorum herhafta riski otelemek icin. Sormak istedigim melina kac haftalik dogdu. Evde istirahatteyim ama korkuyorum. Kendiligimden hamile kaldim ama kaybetme dusuncesi beni cok yipratiyor. Farkli saglik sorunlarim var…. cevap verirseniz vok sevinirim.
Hep kanama geçirdim ama Melina 38 haftalık sezeryanla bizim isteğimizle dogdu:) hep iyi dusunun